Yaşamımda iz bırakan anılar - 9- SİVAS HATIRASI (SÜRGÜNÜ)
SİVAS HATIRASI (SÜRGÜNÜ)
2. Bölüm
Bu kez Elazığ Karakoçanlı bir polisle Sivas’a gidecektim. Yine bana; “3-4 gün ödenek mi bekleyelim yoksa biletimi alacak mısın?” diye sorunca, alırım dedim. Tekrar Emniyet Sarayı’na gitmedik, elime de kelepçe vurmamıştı. Gece otobüsü ile Sivas’a gidecektik. Küçükesat’taki evine birlikte gittik. Bana; “Salonda otur, bir sevgilim gelecek kendin TV seyret,” dedi. Kısa bir süre sonra bir bayan gelince odaya geçtiler. Çıkardıkları sesleri duyunca acayip duygular içine girdim. Nezaret’te kalmaktansa böyle beklemek daha iyi, dedim. Bayan gittikten sonra hemşerim polisle bir süre daha oturup sohbet ettik. İşsiz kalmaktansa mecbur polisliğe müracaat ettiğini söyledi. Akşam 22.00’ye kadar evinde oturup sohbet ettik. Sonra garaja gidip Sivas otobüsüne bindik ve sabah 08.00 civarı Sivas’a geldik. Polise; “Önce adliyeye gidip kararı veren hâkimi görelim,” dedim ve adliyeye gittik.
Ağır Ceza Hâkim’in kapısını çalıp içeri girip kendimi tanıtıp, Yargıtay kararı ve Adalet Bakanı’nın yazısını verdim. Bana; “Bir okuyayım, dışarıda bekle” deyince odasından çıkıp salonda polisle oturup bekledik. Yarım saat sonra elindeki kâğıtlarla dışarı çıkıp; “Yapacak bir itiraz kalmamış, hayret, nasıl bir sürgün kararı için Yargıtay Daireler Kurulu ve Adalet Bakanı işin içine girer. Artık bu cezayı çekeceksin elim kolum bağlı,” ona teşekkür ettim. Polisle İl Emniyet Müdürlüğü’ne gidip sevk kâğıtlarını verince beni getiren Karakoçanlı polis gitti. Çarşı Karakolu’na bir başka polisle gittik. Karakoldaki komiser bana bir defter açıp; kalacağım yeri bildirmemi ve her gün öğleden önce gelip imza atmamı söyleyince yanımdaki polisle birlikte otel aramaya başladım.
Birlikte otel aradığım polise Çorapçı Hanı’nı sordum, yerini bildiğinden oraya gittik. Çermikli peynir tüccarlarının kaldığı Çorapçı Han’ın sahibi olan Muammer amcayı sordum. Odadan çıkınca Çermikli olduğumu, babamın selamını söyledim. Yanımdaki polisle beni odasına davet etti. Niye Sivas’a geldiğimi sorunca söyledim. Duvarda MHP üç hilal bayrağı, boynunda madalya olan bir güreşçi resmi asılıydı. Resimdeki oğluydu ve odada oturmaktaydı. Muammer amcanın sağ mı sol mu sorusuna solcu olduğumu söylediğimde, oğlu pazularını şişirip beni yiyecekmiş gibi baktığını Muammer amca fark edince, oğluna dışarı çıkmasını söyledi. Bana tanıdığı tüm Çermiklileri saydı, çok ekmeklerini yediğini söyledi. Han’a gelen Çermikli tüccarların ailesel adlarını bile bilmesi beni şaşırtmıştı. Han’ın üst katı boş odalarla doluydu, odalara bakınca kalamayacağımı anladım. Muammer amca da; “Sana göre değil,” dedi. Handan çıkıp biraz ucuz bir otel bulup yerleştim.
İlk gece sabaha kadar otel odamda tavana bakıp uyuyamayıp geçirdiğim son 6 yıl gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmeye başladı. 1979 başından itibaren beni tahrip eden çok üzücü olaylarla karşılaşmıştım. Bu 2 yıl 8 ay nasıl geçecekti, ben ne yapabilirdim Sivas’ta, kafam kaygılı düşüncelerle doluydu. O dönem Sivas’ın tek ana caddesinde yürürken kafamda binbir türlü sorular geçiyordu. Adliye binasını geçip sola dönünce Sivas Kongresi’nin yapıldığı binayı gördüm. Çifte Minareli Medresesi’nin önünden geçip tren istasyonuna kadar yürüdüm. İstasyon’da cadde bitince geri döndüm. İlk imza için Çarşı Karakolu’na yürüdüm. Karakolun kapısından içeri girince masada oturan bir polis ayağa kalkıp; “Hoş geldin hemşerim,” deyince şaşırmıştım. Deftere ilk imzamı attım. Bana; “Beni tanımadın galiba, ben de Çermikliyim Sinag köyündenim, mesai sonrası karakola dönmeden o köşede buluşalım” söylemesi benim için sürpriz olmuştu.
Mesaisi biten hemşerim karakoldan çıkınca birlikte evine gidip sivil elbiselerini giyince yürümeye başladık. Hangi seyyar satıcının önünden geçerken, hangi dükkâna girerken satıcıya sert şeyler söylüyor, itiraz geldiğinde polis kimliğini çıkarıp; döverim, seni içeri atarım, diyordu. Bana kendinin ne kadar güçlü olduğunu göstermek istiyordu. Giderek canım sıkılmaya başladı ve; “Hemşerim bunlar da insan rast gele bağırıp çağırıyorsun, iyi değil” dediğimde; “Bu millete haktır, nasıl bir polis olduğumu görsünler,” söyleyince ne belaya çattım diye düşündüm.
Sivas hatırası Ziya ile
Biraz birlikte dolaşınca; “Artık ben otelime gideyim, sen de yorgunsun” dememe; “Olmaz hemşerim Çermik’ten peynir ve şire üzümü getirmişim, seni bırakmam” deyince sesimi çıkarmadım. Akşama doğru evine gittik, evli ve bir çocuğunu yakında getireceğini, daha mobilya tam almadığını söyledi. Bana; Ali Karabaş’ın işlettiği parkta birkaç kez beni dinlediğini, sonra hapse düştüğümü abim Kamber’den duyduğunu, askerden dönünce Çermik Yatılı Bölge Okulu’na torpille odacı olarak girdiğini, ardından polisliğe müracaat ettiğini, dayısı Mahmut’un benimle ortaokulu okuduğunu ve arkadaş olduğunu anlattı. Biraz sohbet ettikten sonra müsaade isteyip gitmek isteyince; “Bir ihtiyacın olursa buradayım” deyince, sağol deyip otele geldim.
Bir hemşerimin olmasına sevindim ama polisti. Dünkü insanlara karşı tavrından rahatsız olmuştum, sürgün olmamdan dolayı müdahale de edemezdim. 2. Gün otelde uyurken gece yarısı odamın kapısı sertçe çalınıp; “Polis! Aç kapıyı!” bağırınca şaşırdım. Kalkıp kapıyı açtım ikisi sivil, biri resmi elbiseli odama girdiler. Valizimdeki tüm çamaşırları çıkarıp yerlere atıp ceplere baktılar. Yatağımın altını üstüne getirdiler sonra da gittiler. Uyku sersemliği ile neye uğradığımı şaşırmıştım. Bundan sonra polislerce uğrayacağım taciz edilmemin ilkini böylece gelişimin ikinci günü yaşamış oldum.
Karakoldaki imza günümün 4. gününde hemşerim polis yoktu, iki hafta hiç görmeyince merak ettim. Sürgünlüğümün 3. haftasıydı ve yine caddede yürürken bir polis arabası yanımda durup hemşerim polis inip yanıma geldi. Ona; ”Merak ettim imzaya gittiğimde seni artık göremiyorum” demem üzerine; “Beni sürdüler, imzaya geldiğinde seninle samimi konuşmamı amirime şikâyet etmişler, bunun üzerine beni Sivas dışında Üniversite giriş kapısına verdiler. Bazen güneş altında saatlerce bekliyorum.” “Üzüldüm sana zarar vermek istemezdim,” dedim. Bana; “Bir Çermikli doktor hemşerimiz de gelmiş, ismi ve kaldığı otel bu istersen görüş, benim kusuruma bakma,” deyip tekrar polis arabasına binip gitti. Polis de olsa bana selam veren de tehlikede, diye üzüldüm.
Sivas’a gelmeden Ankara’da bazı arkadaşlar; Sivas’ta valilikte müdür olan bir Bingöllü var, ona uğra ve selamlarımızı söyle, demişlerdi. Vilayet binasına girip odasına girince tanıdığım biriydi o da beni tanımıştı. Oturup sohbet edip çay ısmarladı. Bana da; “Tayinin Karayolları’na mı yoksa DSİ’ye mi çıktı?” sorduğunda hapse düştüğümü bilmediğini anladım. Okulu bitiremediğimi, cezaevinden sonra sürgün cezası için buradayım ve bir otelde kalıyorum, dediğimde rengi sarardı, suratı ciddileşti. Biraz oturunca; “Bir arkadaşla görüşüp gelirim” deyip odadan çıktı. Bir saati aşkın bekledim gelmeyince kalkıp odadan çıkarken gelip; “Bir mesele var görüşüyorduk, daha bitirmedik,” deyince valilik binasından çıktım. Ben bu arkadaşı Ankara’dan Yenişehir kahvesinden tanıyordum fakat fazla samimi değildim. Sürgün olmanın tehlikeleriyle bir bir karşılaşıyordum.
Çermikli yeni gelen doktorla da görüşüp görüşmemeyi düşünmeye başladım. Bir akşamüstü doktorun kaldığı otelin önünden geçerken gidip sormayı düşündüm. Otel daha kaliteli ve lobisi geniş bir yerdi. Resepsiyoncu bana karşıda oturuyor deyince yanına giderken o da beni tanımış ayağa kalkıp tokalaştık. Çermik’ten iki hafta önce geldiğini, öğretmen olan abisinin ismini söyleyince tanıdım. Benim hapis yattığımı, Sivas’a sürgün için geldiğimi abisinden duyduğunu söyledi. Sohbetimiz iyi geçti ve yüzünde bir sürgünle görüşme riskini taşıyan bir şey hissetmedim. Bana; 1978’de Diyarbakır Tıp Fakültesi’ni kazanıp birkaç ay önce mezun olduğunu anlatınca ve bir de Ala Rızgari’ye sempatim vardı söyleyince gülümsedim. Ayrıldığımızda; Devlet hastanesinde işe başladığını, otele iş çıkışı gel görüşelim, hastaneye de gelebilirsin, demesi beni daha da şaşırtmıştı. Bir politik sürgünle görüşmekten korkmuyor veya tam kavrayamamış diye düşündüm.
Yakın tanıdığım biri kanalıyla Sivaslı bir aile ile de tanıştırılmıştım. Ailenin oğlu ilerici bir gençti. Genç beni Sivas’taki ilerici gençlerin gittiği kahveye götürdü. Bana da arkadaşlar ürkmesin diye sürgün olduğunu söylemeyelim demişti. Bu ara Cumhuriyet Gazetesi’nde Erbil Tuşalp işkenceleri yazı dizisi halinde yazmaktaydı. Kahveye gelen gençler yanlarında Cumhuriyet Gazetesi getirince hemen her gün öğlen sonu bir saatte kahveye gider, yanlarında oturup ideolojik tartışmalarını dinleyince gülümseyip ses çıkarmazdım. Amacım Cumhuriyet’teki yazı dizisini takip etmekti. Gençler kendi aralarında King ve Briç de oynamaktaydılar. Bir gün yine kahveye gittiğimde grup yoktu. Birkaç gün üst üste kahveye gidip gençleri göremeyince üzülmüştüm. Mecburen Cumhuriyet Gazetesi’ni satın alıp iç cebime koyup otel odasında okuyor, gece aramaya gelen polisler görmesin diye dışarıda bir çöp kutusuna atmaktaydım.
Bir gün yine İstasyon’a doğru yürürken kahvedeki gençlerden birini görünce; “Sizleri göremiyorum kahve mi değiştirdiniz?” diye sorduğumda; “Abi biz bir şeyle uğraşmıyoruz, biraz merak ediyorduk o kadar.” Ona; “Yav sen ne diyorsun? Sizlerle arkadaş oldum, burada yalnızım, beni ne sanıyorsunuz?” Israrım üzerine; “Bir arkadaş seni Şehir Karakolu’ndan çıkarken görmüş,” deyince gence; “Ben her gün karakola gidip imza veriyorum, burada sürgünüm” dememe şaşırmıştı. Bana; “Abi yine görüşemeyiz, sen sürgün ve mimlisin, kiminle görüştüğünü izlemekteler, biz yine seninle eskisi gibi görüşemeyiz, kusurumuza bakma” deyip ayrıldı. Arkasından üzülerek baktım, genç haklı sayılırdı.
Üzerimdeki paranın büyük bir bölümü otele gidiyordu. Yeme içmeye çok dikkat ediyordum, simit ve çayla kahvaltı, öğle ve akşamı birleştirip iki öğünle idare etmekteydim. Cezaevi’nden sonra kendimi tam toparlayamamış, iyi gıda almam da gerekiyordu. Adliye binası girişinde bir çay ocağı vardı, çay fiyatı kahvehane fiyatının yarısıydı. Çaylarımı gidip adliye binası girişinde içmeye başladım. Adliye nezareti ise çay ocağının bitişiğindeydi. Çay içerken adliye binası nezaretine tutukluların kelepçeli getirildiğini görünce hemen her sabah hem çay içmek hem de tutukluları görmek için gidiyordum. Tutukluları getiren gardiyanın bıyıkları pala ve devrimci bıyıkları gibiydi. Bir gün çay içerken tanıştım ve cezaevini sordum. Bana genelde adi tutukluları getirdiğini söyledi. Bıyıkların konuşuyor dediğimde bana; “Biz Aleviyiz, devrimci bıyıklar bize yakışır, Alibaba Mahallemizin hepsi Alevi ve devrimcidir,” dedi. Sürgün yerimde bir devrimci gardiyan!
(devamı var)