Yenikapı’da kime karşı “Milli Birlik”?

Yenikapı’da kime karşı “Milli Birlik”?

Yenikapı’da kime karşı “Milli Birlik”?

A+A-
Sinan Çiftyürek
I – Kürt meselesine güvenlikçi yaklaşım ağza bir parmak balla perdelenmek isteniyor!
 
En son söyleyeceğimi başa alayım; Yenikapı mitinginden hareketle Kürdistan ulusal demokratik güçleri, Türk Milli birliğine, ulusal demokratik ittifakla yanıt vermeli. AKP hükümeti, darbe girişimi sonrası Yenikapı’da “milli birlik” temelinde “barışı” geliştirme vurgusu üzerinden bununla birden fazla “tehdidi” göğüslemeyi hedefliyor. Öncelikle yeni bir askeri darbe ihtimaline karşı “bakın millet-asker olarak darbeye karşıyız yapamazsınız” denildi. İkincisi, darbe girişimi sürecinde ABD ve müttefiklerince yalnız bırakılması üzerinden algılanan tehdidi “Milli Birlik” ile yumuşatma ve ikili pazarlıkta elini güçlendirme arayışı hakimdi Yenikapı’da! Üçüncüsü, gerek “sınır” ötesinde gerekse içerde kapıda bekleyen asıl büyük “tehdit” olarak Kürt/Kürdistan meselesinde ortak ırkçı mesaj verildi. Türk siyaseti, Yenikapı’da halkımıza “tek bayrak, tek millet, tek devlete dayalı Milli Birliğimiz ile size karşıyız” mesajını verdi, “dondurulan çözüm sürecinin” yakında buzluktan çıkarılmayacağı tescilenmiş oldu. Kürt halkının canına okuyan, Kürtlere, Türk olmayan tüm halklara deli gömleği giydiren Kemalizm’e ortak payda olarak yeniden sarılmanın anlamı budur. Demek ki darbe girişimi sonrası “iç barış” çağrıları gerçekte barış değil halklarımıza Milli Birlik temelinde yeni bir savaş olarak dönme potansiyelini taşıyor. En başta bu güncel nedenle HDP, CHP ile ittifak arayışını yeniden gözden geçirmelidir. AKP’nin, CHP ve özellikle MHP destekli yeni devlet yapılandırılmasında da görüyoruz ki Kürtlerin payına düşen, yine güvenlikçi yaklaşım olarak sopa! Erdoğan ve AKP’nin darbe girişiminin hemen ardından, Kuzey Kürdistan’a güvenlik merkezli bakışlarının değişmediğinin ilk işaretleri de gelmeye başladı. Kırsal alanda başlatılan askeri operasyonlar, Hakkâri ve Şırnak’ın güvenlik nedeniyle il olmaktan çıkartılmasına karşı Kürdün ağzına bir parmak bal çalma misali, Hakkâri’ye Kürtçe adı Colemerg veriliyor. Yenikapı’da sözde “demokrasi şöleni” düzenlendi ancak ortada halkımıza, halklarımıza yansıyan bir demokrasi (burjuva demokrasisi) yok. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” deyip icraatta Karar Hükmünde Kararnamelerle (KHK) devleti tek başına yeniden şekillendirip Meclisi devre dışı bırakmak bunun göstergesi. Halkımızın payına düşen yine OHAL ve sokağa çıkma yasakları. Ne Yenikapı mitingine çağrı, ne Taksim’in CHP mitingine açılması; ne Erdoğan’ın, “Parlamenter sistemden vazgeçmeyiz” beyanı; ne AKP Genel Merkezine Atatürk posterinin asılması ve ulusal ittifak arayışları; ne de Nazımlı ve Arifli mesajlar, Erdoğan’ın demokratlaştığının işareti değil zayıflamasının belirtileri. Erdoğan stratejik yönelimlerinde yarı yolda kaldı ilerleyemediğini çıplak görünce kerhen de olsa çark ediyor. Nereye? CHP ve MHP ile ulusalcılık-Kemalizm ekseninde ortaklaşmaya. Yakın vadede bunu sürdürecek, sonrası ise birçok değişkene bağlı. Erdoğan fırsat bulursa yeniden özgün hedeflerine dönebilir.
 
II- “Güçlüyüz ama Batı’dan kopmayız” mesajı Yenikapı mitingi ile Batıya verilen mesaj, “bakın biz AKP olarak değil Türk siyaseti olarak darbeye karşıyız, tavrını buna göre belirle” ile sınırlı değil. CHP ve MHP’yi de yanına alıp ortak referans Atatürk’ü öne çıkararak “bakın Cumhuriyet’in kurucu değerleri olan laisizm ile Batıcılık ilkelerine bağlıyız” mesajı da verildi. Zaten Erdoğan’da, tam da Batı’dan özelde ABD’den algıladığı tehdit nedeniyle Cumhuriyetin kurucu iki öğesine kerhen de olsa sarılmak zorunda kalıyor. Hatta Erdoğan’ın 9 Ağustos Rusya ziyaretini bile ABD’yi telaşa düşürerek ilişkileri erken düzeltme, pazarlıkta elini güçlendirme olarak okunabilir. ABD üst düzey askeri yetkililerinin Ankara ziyareti de, hem ilişkileri erken onarma hem de Erdoğan'ın Rusya ziyareti öncesinde “sakın yanlış yapmayın, biz müttefikiz” mesajını içermekte. ABD ve Batı’nın da Türkiye ile ilişkileri düzeltme hamleleri bununla sınırlı değil. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, darbe girişimi sonrası 18 Temmuz’da yaptığı açıklama ile “Türkiye’yi izlemeye aldığını” açıklayınca Erdoğan ve ekibi nefesini tutmuş sonucu bekliyordu. Batı, Türkiye’nin Batı bloğunda hem kalacağına hem de kalması gerektiğine inandıkları için, Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s üzerinden kredi notu düşürülmedi yanı yatırım yapılabilir ülke seviyesi korundu. Bunların ışığında Türk devletinin “Avrasyacı yönelimi” iddialarına gelince: “Ankara-Washington gerilimine paralel olarak Türkiye, Atlantik ekseninden Avrasyacı eksene yani Rusya’ya kayıyor. Rusya ile yeni bir başlangıcın koşulu Suriye siyasetinin değişmesi.”(İnce ayar Kürt hesabı Fehim Taştekin) “Atatürkçü, laiklik hassasiyeti yüksek, ABD ve NATO karşıtlığı belirgin, uluslararası sisteme daha bağımsızlıkçı ve Avrasyacı perspektiften bakan bu ekibin, TSK’nın mevcut stratejik kültürünü etkileyeceği muhakkak… TSK’nin stratejik kültürünün daha az Atlantikçi ve NATO’cu, daha çok Avrasyacı bir karakter kazanacağını söylemek mümkün. (TSK’de büyük tasfiye Metin Gürcan) Bu iddia görüşlere hakkında “Darbe girişimi, Musul operasyonu, Rojava ilişkisi ve ABD” başlıklı yazımda; “Erdoğan, AKP yönünü Avrasya’ya yanı Şanghay ittifakına döner mi? Böylece 150 yıllık ‘batılılaşma’ hedefinden vazgeçip eksen değiştirir mi? Çok zor ama dilerim Erdoğan ve ekibi böyle bir adım atar. O zaman gerçekten hem askeri hem de ekonomik olarak hükümetin ötesinde Türk devleti ciddi hatta köklü bir sarsıntı geçirir ki bu, ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde halkımıza, Türkiye emekçilerine yeni fırsatlar yaratır” demiştim. Kürt özellikle Kürdistan meselesi, TC için hem birleştirici hem ayrıştırıcı bir değişken ancak devleti için halihazırda halkımıza yeni fırsatlar verecek onarılamaz bir sarsıntıdan söz edilemez.
 
III - Devlet (rejim) yeniden yapılandırılırken halkların rolü yine yok! Ordu başta olmak üzere Türk devleti yeniden yapılandırılıyor, mesele sadece Cemaat mensuplarının ordu, polis, bürokrasi, eğitim, sağlık kurumlarından temizlenmesinden ibaret değil. Hem sermayenin küresel ekonomiye eklenmesinin gerekleri hem bir diğer küresel trend olan kitlesel ordunun küçülerek profesyonelleşmesinin gerekleri hem de nüfusun kent merkezli yoğunlaşmasının dayattığı etkin polis gücü ihtiyacı gibi gelişmeler başarısız darbe girişimiyle birleşince “Cemaati temizliyoruz” ile birlikte devlet de yeniden yapılandırılıyor. Askeri okulların kapatılarak yerlerine Milli Savunma Üniversitesi’nin kurulması; Kara, Hava, Deniz kuvvetlerinin, Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasıyla emir komuta zincirinde köklü değişiklik yapılması; Jandarma ve Sahil Güvenlik’in de Genelkurmay’dan ayrılarak İçişleri Bakanlığına bağlanması; polisin ağır silahlar donatılması; askeri mahkemeleri Adalet, askeri hastanelerin ise Sağlık bakanlıklarına bağlanması; MGK yapısının sivil bakanlıklarla genişletilmesi gibi önemli adımlar atılırken halkların, işçilerin talep ve hedeflerini yansıtacak siyasal dinamizm yok. AKP, CHP ve MHP’nin görüşlerini usulen alsa da “iptaline yönelik yargı yolunun kapalı olduğu” KHK ile yukarıdan aşağıya devleti yeniden yapılandırıyor. CHP’nin “zaten sivil otoriteye (başbakana) bağlı olan Genelkurmay ve MİT’in cumhurbaşkanına bağlanması dışında” askeriyenin yeniden yapılanmasına ilke olarak itirazı yok. MHP ise genel geçer “askeri yapı güçlendirilmeli” yaklaşımıyla Erdoğan’ın yanında görüntü veriyor. Yaşananlar belli bir devlet krizine işaret ediyor fakat bu sınırlı krizi bile ne Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi ne de Türkiye sosyalist hareketi lehine değerlendiremiyor. Öyle ki devlet (rejim) yapılanması büyük oranda değiştiriliyor ama dipten gelen müdahale ile halklar, emekçiler ve siyasal temsilcilerinin etkileri yok! Devlet 15 Temmuz öncesi değil, Osmanlı’dan günümüz Cumhuriyet’e kadar Kürt halkının devleti değildi yeni yapısıyla da Kürt halkının devleti olmayacak. Dolaysıyla devletin eski ve yeni yapısı da doğrudan Kürtleri ilgilendirmiyor. Devlet Kürtler için dün de bugün de işgalci bir güçtü. Türkiye emekçilerine gelince, devletin sopa gösteren baskıcı, sermayenin kolluk gücü rolü değişmeyecek, değişen günlük yaşamında polis ağırlıklı devlete geçişin sorunlarıyla yüzleşmesi olacak.
 
IV - Ordu eliyle devlet (Cumhuriyet), devlet eliyle ise ulus ve sermaye yaratma! Türk devleti tarih içerisinde daima asker merkezli şekillenmişti. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu Almanya benzeri yerel ve ekonomik bağımsızlıkları olan derebeylerin üzerinde değil, doğrudan askeri şeflerin komutasında yukarıdan aşağıya kurulduğu için padişahın olan devletin mülkü çeşitli adlar altında halka kullanım hakkı veriliyordu. Doğrudan askerin kurduğu Cumhuriyet eliyle ise Türk ulusu ve sermayesi yaratıldı. Nasıl mı? “TC Devleti, Osmanlı’dan devşirilen ordu ve sivil bürokrasi öncülüğünde kurulur. Birinci evrenin başat eğilimi, Cumhuriyet kurulurken ve sonraki uzun yıllarda devlet eliyle bir Türk ulusu ve Türk sermayesinin yaratılmasıdır. Kapitalist bir devlet kurulmuştur, ancak devlete hakim olan sermaye değil, asker ve sivil bürokrasidir. Ordu-sivil bürokrasi merkezli devlet, Türk sermayesin yaratılmasında olduğu gibi Türkleştirmede de belirleyicidir. Batı’da, sermayenin şafağıyla uluslaşma el ele vererek kendi devletini yaratmışken, Türkiye’de aksine devlet, Türk sermayesi ve ulusunun yaratılmasında belirleyicidir. ‘Kutsal devlet’ anlayışı, dahası devletin de yaratıcısı olarak ordunun kutsanması buradan gelir. Her ülkede devletin bir ordusu varken Türkiye’de “ordunun bir devletinin olması” özetlediğimiz bu gelişmelerden kaynaklanır. Geliştirilin süreç artık sermayenin devletini ve ordusunu oluşturma sürecidir. Artık bir adım önde ‘kutsal’ olan sermayedir.” (Rejimde İkinci Evreye Geçiş S. Çiftyürek). Devlet eliyle gelişip büyümesiyle kendi ayakları üzerine duracak hale geldikçe sermaye, Orduya “siyasette elini çek ki sivil toplum güçlensin” çağrısını şimdi daha yüksek sesle yapacak. Sermayenin ihtiyaç duyduğu şey sivil topluma bekçilik görevdir ki bunu da ha asker ha polis yapmış önemli değil.
 
V - Cemaat, ortak eseriniz, hepiniz suç ortağısınız. Bugün Türk siyaset kadrosunca cüzamlı muamelesi yapılan Gülen Cemaati kimin eseri? Başta Gülen’in kendisi olmak üzere Cemaat kadrosunun eseridir. Sonra gerek antikomünist projede gerekse son yıllarda Türk hükümetlerini dengeleme ve terbiye etmede kullanmak amacıyla ABD’nin eseridir. Böyle olduğu kadar siyasi kaygılarla (oy hesabıyla) Cemaati destekleyen Demirel (AP), Özal (ANAP), Ecevit (DSP), MHP ve Erdoğan’ın da (AKP) eseridir. Erbakan ile Kürt siyasetini saymazsak hepsi bir biçimiyle Gülen Cemaatinin büyümesine katkı koymuştur. Pensilvanya’ya, Abant’a kimler gitmedi ki? Düne kadar dış ülkelerdeki Cemaat okulları kapanmasın diye tüm devlet erkanı çalışmadı mı? Dolaysıyla Kürdistan’da sürdürdüğünüz savaş başta olmak üzere işlenen onca suçu Gülen Cemaatine yıkarak kendinizi temize çıkaramazsınız. Hepiniz Cemaatin suç ortağısınız. Genelde olduğu kadar Kürdistan özelinde de asıl suçlu, emri uygulayan değil kurumsal olarak emir veren rejim ve hükümettir. Osmanlıdan beri kural; duruma ve biriken sorunlara göre rejim, iç iktidar kavgalarında kliğin biri iktidardan tasfiye edilirken beraberinde yakın zamanda işlenmiş ne kadar kirli icraat varsa hepsi tasfiye edilen kliğe yüklenerek bir taşla iki kuş vurmaya çalışır. Hedef klik tasfiye edilirken devletin suç dosyası hafifletilmiş olunur. Gülen Cemaati, Kürt meselesinde oyun bozucu faaliyetlerin ötesinde özellikle AKP ile paylaştığı iktidar sürecinde işlenen katliam ve yıkımın doğrudan suç ortağıdır. Fakat buradan kalkarak “her şeyi Gülen Cemaati yaptı” diyerek Türk devleti ve AKP aklanamaz. Devlet ve hükümetin ağır suç dosyasında, asıl hesap sorulması gereken uygulayan değil yaptırandır. Kararı uygulayan da sorumludur ama esas sorumlu devlet ve hükümetteki karar mercii olarak siyaset kadrosudur. Devrimci hareket bunu gözden kaçırmamalıdır. AKP hükümeti ordu, polis, eğitim, sağlık, bürokrasi gibi alanlarda Cemaatin üzerine giderken siyaset alanındaki ayağına halen dokunmadılar ise bumerang gibi kendilerine döneceği korkusu da var. Cemaatle ile 10 yıl birlikte iktidarı paylaşan, birlikte sözünü ettiğimiz alanlara kadro yerleştiren Erdoğan ve AKP, Cemaatin siyaset ayağını bilmez mi? Bilir!

Sonuç olarak ikili çağrımız var: Türk devleti, Kürtlerle barışmaya niyeti ve politikası varsa, önce savaş siyasetine son vermeli. İkinci adım ana dilde eğitim-öğretimi hayata geçirmeli. Üçüncü adım, halkımızın kendi kaderini özgürce belirmesini tanımalıdır. Kürdistan siyaseti ise, Türk milli birliğine zaman geçirmeden Diyarbakır merkezli ulusal ittifakla yanıt vermelidir. 08.08.2016
[email protected]
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.